12.07.2008

kaçış planı


"halet-i ruhiye" =ruh hali =psikoloji vesair.

Buyrun bi yanılgı daha .Zannederiz ki bulunduğumuz mekanın değişmesi içinde bulunduğumuz hali ,içinde bulunduğumuz ümitsizliği ,kırgınlığı vesair değiştirecek .bütünüyle karşı çıkmıyorum bu fikre o rüzgara kapılma hafifliğinde olanlar .yani omuzlarında çok ağırlık olmayanlar için durum farklı olabilir .Ama tecrübeyle sabittir bu bende işe yaramadı hiç anlık rahatlamalar anlık unutma halleri hep geri dönüp baktığımda hep orda duruyordu kaçtıklarım ,yanı başımda .

Kendi hayatının gidişatına bi kısa ara vermek ,yer değiştirmek başka hayatların içine konuk olmak .kısmen iyi gelsede kesin bi çözüm değildir asla .Dönüp baktığınızda ,tatil bittiğinde yani hayatınız kaldığı yerde hatta dahada gerilemiş, birikmiş,kalabalıklaşmış bi şekilde bekliyor olacak sizi.bazıları "enerji yükledim şarj oldum desede" koca bi kandırmaca bence

Ama bilgisayarıma şu resim düştüğünden beri gözlerimi kapadığımda hayal edebileceğim sumut bir şeye sahip olmuş gibiyim .şu akarsu yatağı,belkide göl kenarı ,kıyısında sandal , ormanın derinlikleri kadar kucaklayıcı bi resim .

Sanki orda olursam dünyada yanlız ben kalmışım gibi kainat bana özel gibi hissedicem ,sanki orda olursam arkamdaki hiç bi kaygı, hiç bir mesuliyyet gelmiyecek zihnime.

Beni boşverin arkadaşlar sözlerim hükümsüzdür ...mühim olan resim ona odaklanın

Kutlu resulün o şerefli sözlerinden biridir"seyahat ediniz ,sıhhat bulunuz"

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Mevcut halet-i ruhiyeden kurtulmak için mekan değişikliğine gittiğimde hiçbir çaresinin olmadığına çok defa şahit oldum. Sebep de şuydu: Ne zaman bir yere gitsem kendimi de beraberimde götürüyordum.!!!

Ne kadar acıklı... :(

Adsız dedi ki...

HAC İBADETİ
Yeryüzü Allah’ındır. Sâdece yeryüzü değil, bütün kâinât Allah’ındır. Hem yeryüzü hem gökyüzü, hem bu dünya hem öbür dünya hepsi Allah’ındır. Allah, kâinâtın sultânıdır. Her sultânın olduğu gibi sultânlar sultânı olan Yüce Allah’ın da sarayı, mülkü, saltanatı, orduları ve hazîneleri vardır. Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurur:


“Göklerin ve yerin mülkü (saltanatı) Allah’ındır.”

“Göklerin ve yerin hazîneleri Allah’ındır.”

“Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır.”

“Biz, Beytullah’ı (Allah’ın evini) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık.”
Dünyanın merkezi Mekke’dir. Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de Mekke şehrini dünyanın merkezi olarak îlân etmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de iki yerde Mekke şehrinden “Ümmü’l-kurâ” yani “köylerin anası” diye söz edilmektedir (Bkz. el-En’âm, 6/92 ve eş- Mekke şehri, hiçbir şehirde bulunmayan ve yalnız kendisinde bulunan şu özelliklerden dolayı dünyanın merkezi ve İslâm âleminin gözbebeğidir:

Kâbe(Beytullâh) Mekke şehri hem yeryüzünün merkezi hem de İslâm dünyasının gözbebeğidir.

Hem gökyüzünün hem yeryüzünün sultânı olan Yüce Allah’ın gökyüzünde arşı, yeryüzünde de evi vardır. Allah’ın yeryüzündeki evi yani Beytullâh (Kâbe), yeryüzünün merkezi olan Mekke’dedir. Kâbe’yi ilk önce Hz. Âdem yapmıştır. Gökyüzündeki arşın altına denk gelecek şekilde yapmıştır. Nuh tûfanında göğe çekilen Kâbe’nin yerine yenisini Hz. İbrâhim yaptırmıştır.

Mekke şehrindeki el-Mescidü’l-Haram’ın ortasında yaklaşık onüç metre yüksekliğinde, oniki metre boyunda ve onbir metre genişliğinde taştan yapılmış dört köşe binâya Kâbe denilir. Allah’ın yeryüzündeki evi (Beytullâh) olan bu binâya dört köşe ( küb şaklinde) olduğu için Kâbe denilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’den öğrendiğimize göre yeryüzünde yapılan ilk ev de budur. Yüce Allah şöyle buyurur: “Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidâyet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbed), Mekke’deki (Kâbe) dir.

Zemzem: Hz. İbrâhim, Filistin’den birlikte getirdiği eşi Hâcer ve oğlu İsmâil’i Mekke toprağına bırakıp Filistin’e döndü. Geri dönerken eşi Hâcer ona: “Ey İbrâhim! Bizi burada bırakmanı Allah mı emretti?” diye sordu. İbrâhim de: “Evet, Allah emretti.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Hâcer: “Öyle ise Allah bizi unutmaz, O bizi korur.” dedi ve eşini yolcu ettikten sonra çocuğunun yanına döndü. Yiyecek ve içecekleri bittikten sonra da çocuğu için su aramaya çıktı. Yüce Allah, kendisine tevekkül eden Hâcer ve oğlu İsmâil’e bir hediye olarak Zemzem suyunu ikrâm etti. Bütün sular, Yüce Allah’ın insanlara, canlılara ve yeryüzüne bir hediyesidir. Ama Zemzem’in yeri başkadır. O, ayrı bir sudur. Zemzem, içinde mikrop barındırmaz. Bütün hacılar içer ve bidonlarla memleketlerine götürürler, yine bitmez. Zemzem, Allah’ın kendi misâfiri olan hacılara bitmez, tükenmez bir ikrâmıdır. Bilindiği gibi zemzem, Kâbe’nin çok yakınındaki bir kuyudan çıkmaktadır.

el-Hacerü’l-esved: el-Hacerü’l-esved, Kâbe’nin duvarında bulunan bir taştır. Kâbe’nin güneydoğu köşesine tavafın başlangıç noktasını belirlemek amacıyla yerleştirilen bu taşın rengi kırmızıya yakın siyah olduğu için kendisine “siyah taş” anlamına gelen “el-Hacerü’l-esved” denilmiştir. Kaynaklarımız bu taşın Hz. İbrâhim tarafından Kâbe’nin inşâsı esnasında tavafın başlangıç noktasını belirlemek amacıyla yerleştirildiği konusunda ittifak etmekle birlikte menşei ve tarihçesi hakkında değişik rivâyetler nakletmektedirler. Bu rivâyetlerde genellikle el-Hacerü’l-esved’in cennetten indirildiği, Nuh tûfânı sırasında Ebû Kubeys dağında korunduğu ve Hz. İbrâhim’in Kâbe’yi inşâsı esnasında oradan getirilerek yerine konulduğu ifade edilmektedir. Yerden bir buçuk metre yükseklikte bulunan bu taş, yaklaşık otuz santimetre çapında ve yumurta biçimindedir.

Hac ve Umre ibâdetlerinde tavafa, el-Hacerü’l-esved’in bulunduğu köşeden başlanır. Öpme imkânı varsa öpülür, yoksa istilâm yapılır. Hz. Peygamber bu taşı zaman zaman öpmüştür. Bir seferinde mübârek dudaklarını bu taşın üzerine koyarak uzun süre ağlamış, daha sonra dönüp yanındaki Ömer’in de ağladığını görünce ona şöyle demiştir: “Ey Ömer! Gözyaşları burada dökülür.” (İbn Mâce, Menâsik 27) Yıllar sonra Hz. Ömer, bir hac mevsiminde bu taşı öperken şöyle der: “Rasûlullâh’ı seni öperken görmeseydim ben de seni öpmezdim.”

el-Hacerü’l-esved, Yüce Allah’ın sağ elini temsil etmektedir. Hz. Peygamber’in terbiyesinde yetişen Abdullah b. Abbas: “el-Hacerü’l-esved, yeryüzünde Allah’ın sağ elidir. Sizden birinin arkadaşı ile musâfaha ettiği gibi, Allah da kulları ile onun aracılığı ile musâfaha eder. Onu istilâm edenleri görür ve rahmeti ile onları kuşatır. ” buyurarak bu gerçeğe işâret etmektedir (Bakınız: Abdürrezzak, el-Musannef, V, 39). Hacılar bu taşı öperken Allah’ın elini öptüklerinin şuurunda olmalıdırlar. Hacılar, Allah’ın elini öperken şimdiye kadar işledikleri günahlardan tevbe ettiklerine ve bundan sonra da günah işlemeyeceklerine dair söz vermektedirler. Yüce Allah, hac ibâdeti için Mekke’ye dâvet ettiği kullarına sağ elini uzatarak “hoş geldiniz” demektedir.

Safâ ve Merve: Safâ ile Merve, Kâbe’nin yakınında bulunan iki tepenin adıdır. Hz. İbrâhim’in hanımı Hâcer, çocuğu İsmâil için su ararken bu iki tepe arasında yedi kere koşmuştur. Hac ve umre için Beytullah’ı tavaf edenler, ayrıca Safâ ile Merve arasında da sa’yederler. Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Şüphe yok ki Safâ ve Merve, Allah’ın koyduğu nişanlardandır. Her kim, Beytullâh’ı ziyaret eder veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine bir günah yoktur. Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa, şüphesiz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bilir.” (el-Bakara, 2/158)

Cahiliye döneminde her iki tepede birer put vardı. Her ne kadar İslâm bu putları kaldırmışsa da bazı kimselerin içinde bu tepelerin tavaf edilip edilmeyeceği konusunda bir şüphe vardı. Yüce Allah, bu â yet ile insanların kalbindeki bu şüpheyi tamamen kaldırmıştır.

Minâ: Mekke ile Müzdelife arasında Mescid-i Haram’ın yaklaşık yedi kilometre güneydoğusunda ve Harem sınırları içinde bulunan Minâ, şeytan taşlama, kurban kesme, bayram günlerinde konaklama gibi hac ibâdetlerinin yapıldığı yerdir. Hz. İbrâhim, oğlu İsmâil’i Allah için kurban etmeye götürürken, şeytan gelmiş ve İsmâil’e iğva vermişti. İsmâil de yerden aldığı bir taşı ona fırlatmış ve gözünü kör etmişti. Babasına ve Rabbine tam teslim olan İsmâil’i Yüce Allah kurtarmış ve onun yerine bir koç göndermiş, Hz. İbrâhim de oğlunun yerine bu koçu burada kurban etmişti. Yüce Allah, bu olayı Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatır: “…Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: “Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin?” dedi. O da cevâben: “Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap, inşâaallah beni sabredenlerden bulursun.” dedi. Her ikisi de teslim olup, onu alnı üzere yatırınca: “Ey İbrâhim! Rüyayı gerçekleştirdin. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Bu, gerçekten çok açık bir imtihandır.” diye seslendik. Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler arasında ona (iyi bir nâm) bıraktık. “İbrâhim’e selâm!” dedik. Biz, iyileri böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandır.”

Müzdelife: Müzdelife, Mekke’nin güneydoğusunda Minâ ile Arafat arasındadır. Yüce Allah tarafından Cennet’ten dünyaya gönderilen Hz. Âdem ile Havvâ, Arafat’ta buluştuktan sonra ele ele tutuşarak Müzdelifeye kadar yürümüşler sonra da burada oturup biraz dinlenmişlerdir. Bugün hacılar da aynı şekilde yaparlar. Arefe günü yaptıkları Arafat vakfesinden sonra Müzdelife’ye hareket eder, akşam ve yatsı namazlarını cem’ ederek kılar ve geceyi burada geçirirler. Müzdelife’nin diğer bir adı da el-Meş’arü’l-Haram’dır. Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurur: “…Arafat’tan ayrılıp akın ettiğinizde el-Meş’arü’l-Haram’da Allah’ı zikredin ve O sizi nasıl hidâyete erdiydiyse siz de O’nu öylece anın…”

Arafat: Arafat, Mekke’nin yirmibir kilometre doğusunda, Tâif dağ yolu üzerinde ova görünüşünde düz bir alandır. Hz. Âdem ile Hz. Havvâ yeryüzüne indikten sora burada buluşup tanışmışlardır. Hacılar da arefe günü burada vakfe yaparlar, akşama doğru da buradan Müzdelifeye doğru akın ederler.

Allah’ın Misâfirlari: Yüce Allah, kullarından bir kısmını (sağlık durumu ve maddî durumu iyi olanları) kendi evinin bulunduğu bu mübârek şehire dâvet ediyor. Allah, bu dâveti şöyle yapıyor: “ Şühesiz, âlemlere bereket ve hidâyet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbed), Mekke’deki (Kâbe)dir. Orada apaçık nişâneler, (ayrıca) İbrâhim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.

SİAM-DER
Seminer Komisyonu başkanı
Cüneyt SANIR